Yerçekimi/Gravity filmini izledikten sonra, Dünya da yaşamanın önemini ve burdan gitme fikrinin nekadqar korkunç olduğunu düşündüm. Yerçekiminin etkisi ile hayatta kalabildiğimizi aksi durumda cansız bir nesne gibi, boşlukta sürüklenip, kendi etrafımızda debelenip durucaktık. Sonra bir arakaşımla konuşurken olaya farklı bir bakış açısı getirip, yerçekiminin aslında yaşlanma sebebi olduğu ve yanaklarımızdaki, göğüslerimizdeki sarkmaların aslında yerçekimi etkisinden kaynaklandığını ve güzelliğimizi bozduğunu konuştuk. Vücudumuzdaki sarkmalar, aslında bedenimizin yerçekime karşı koyamamasından kaynaklanıyordu. Bir anda olmuyordu hiçbirşey, biz nekadar spor yapıp, bedenimizi gerdirsekte,yerçekim kuvveti daha güçlü kalıyordu. Dünyanın merkezine doğru bir yolculuk gibi, bizi yavaş yavaş dibe çekiyordu. Ölümle sonuçlanan hayatımızda, ruhumuz sonunda yerçekimini yenip, savrulup gidiyordu. Fonksiyonlarımızı mı yitiriyorduk, yoksa özgürleşip, başka diyarlar amı gidiyorduk. Kimsnein bilmediği bu yolculuk, uzayda kaybolmak gibiydi.
Bir nesneyi uzaya bıraktıgınızda sonsuza dek dönüp duruyor. Bence bir insana yapılabilinecek en büyük işkence gibi. Sinema da kendimi o boşluğun içinde döner gibi hissederken, öyle korktum ki, sokakta yada bilmediğiniz bir ülkede kaybolmak gibi değildi. Emiliyorsunuz boşluk tarafında, herzaman bir güç hissetme ve arayışı belkide bundan. Daha embriyo oluşumundan itibaren etkisinde kaldığımız yerçekimi kuvveti hayatımızı farkında olmadan etkileyip, üzerimizde bir yük oluyordu, etkisini yıllar sonra hissedebileceğimiz..
Not: Fotoğraf diana mini fotoğraf makinası ile overlapping (üst üste çekim yöntemi) ile çekilmiştir.