Rüya gibi köylerin, henüz yeşermemiş uçsuz bucaksız bağların arasından geçtikten sonra bir büyük şehre uğrayalım. Strasbourg ile tanışmamız, devasal Kleber maydanı ile başladı. Konakladığımız yer meydanda eski bir bina. Şimdi katlara bölünüp dairelere dönüştürülen bu evde, zamanında hangi büyük aile yaşıyordu kim bilir.. Tam meydana bakan odamınızın camından Strasbourg'a merhaba dedik. Sabah meydanda kurulan tezgahların telaşı, işe giden insanların acelesi ve şehre yeni gelen turistlerin karşılaştığı ilk bölge. Meydanın altı komple otopark. Güneşte tam odamızın karşısından batıyordu..
Strasbourg'a araba ile ulaşım oldukça kolay, ayrıca Almanya sınırına yakınlığı sebebiyle, Almanya'dan da rahatça trenle ulaşabilirsiniz. Şehrin kanallarla çevrilmiş olması, kendi içindeki yapısını korumasını sağlarken, şehrin sınırlarını da oluşturmuş. Bu tarihi şehirde, arabanızı mutlaka otoparka bırakmanız gerekiyor. Özellikle gündüz sokak arasındaki otoparklar çok pahalı. Araştırmalarımız sonucu şehirde en uygun gelen 'The Bateliers' otoparkına arabamızı bırakarak (18 saate 20 euro ödedik), kanallar boyunca yürüyerek, şehre dönüyoruz. Şehrin bu kısmında birbirinden güzel cafe ve restoranlar bulabilirsiniz. Özellikle pastahane kültürü çok gelişmiş. Hatta otoparkın hemen çaprazındaki 'Pasta et Ravioli' pizza restoranına bayıldık. Ill kanalları boyu yürüyerek, kanallara sarkan söğüt dalları altında güneşlenen, kış güneşinin keyfini çıkaran öğrencileri görünce, heyecanlandık. Yaşayan, insanların sokakta olduğu cıvıl cıvıl bir şehir. Kanallar boyunca yürüyüp, zaman zaman yukarıdan zaman zaman kanal kenarlarına inerek, sanki bir Pazar sabahı yürüyüşü yapıyormuşuz gibi hisssettik. Tabi her gördüğümüz eşsiz yapı ve manzarayı çekerek, turist olmaya geri döndük:) Şehir turuna dışarıdan kanallar boyunca başlayarak, içeriye doğru ilerlemiş olduk.
Eglise Reformee Saint Paul Church
2 kanalın ortasına inşa edilen kilise, birçok açıdan rahatlıkla görülmekte. Hemen önünden tren ve arabaların geçtiği Pont d'Auvegne köprüsünden kiliseyi seyrederek, şehre giriş yapıyoruz. Kanalların kenarından yürüyerek, Rue des Juifs caddesi boyunca cafe ve restoranlarla karşılaşıyoruz. Mimariye düşkünseniz, ön yüzü alegorik seramik figürlerle kaplanmış “Higher Institution of Decorative Arts” binasına göz atın. Dış cephedeki …. temsil eden figürler oldukça ilgi çekici.
Place du Marche Gayot
Caddenin kalabalığından saklanmış, gizli bir bahçe gibi. Günün her saatinde burada birşeyler yiyip, içilebilir. Özellikle güneşli havalarda, trafiğe kapalı, binalarla şehirden izole edilerek, adeta saklanmış bu meydanda oturup, keyif yapabilirsiniz.
Notre Dame Cathedral
Kilisenin uzun duvarları boyunca yrüyerek, büyüleyici ön yüzüne ulaşıyoruz. Gotik mimarisi ve heybetli yapısı ile şehrin ortasında yükseliyor. Geceleri katedral aydınlatmaları ile ayrı bir havaya bürünüyor. Gündüz içini gezdikten sonra, akşam saat kaç olursa olsun, yolunuz kilisenin önünden geçsin. Kilisenin kapısının üst tarafında bulunda oyma heykeller, herbirinin birbirininden farklı olması ve ellerinde taşıdıkları simgeler ile uzun uzun seyrettiyor. Ön cephedeki tamamındaki fresk ve heykellerdeki detaylarda kayboluyorsunuz.
Katedralin arka tarafında 16 yy da Jean-Baptiste Schwilgue tarafından dönemin önemli eserlerinden bir olan Rönesans tarzındaki Astronomi saati görülmeye değer. Blimsel bir teori olarak hazırlanan saatin mekanizması Dünya'da bir ilk.
Saatin yan tarafındaki heykel sütün dikkatimi daha fazla çekiyor. 'The Angel Pillar' olarak anılan İsa'nın heykelinin de bulunduğu 12 heykel, hem sizi hem de etrafı izliyor gibi. Gerçekçi bakışları ile beni çok etkiledi..
Notre Dame Katedralinin bulunduğu ufak meydanın sağ tarafında yer alan eski yapı, şimdilerde restoran olarak işletiliyor. Şehirdeki en ünlü restoranlardan biri olmakla beraber, tadım menülerini deneyerek, yerel tadları tadabilirsiniz. 15 yy da Rönesans tarzında yapılan bina, camları, heykelleri ve farklı dış mimarisi ile büyüleyici. Kafanızı yukarıya binanın üst katlarına çevirdiğinizde, şişe diplerinin birleşimi tarzında yapılan camları hemen dikkat çekiyor.
Place du Chateau
Katedralin sol tarafından yürüyerek, yan tarafına geçtiğinizde ufak bir meydan ile karşılaşıyorsunuz. Meydanda bulunan Place Rohan ve kilisedeki eserlerin kopyasının sergilendiği Oeuvre Notre-Dame Works ziyaret edebilirsiniz. Palce Rohan yanından nehir kenarına ufak bir kaçamak yapabilirsiniz.
Notre-Dame Katedralinin tam karşı sokağından ilerlediğinizde, Rue Merciere tarihi evleri ve hediyelik eşya dükkanları ile bana beyoğlunu hatırlattı. Sokağın başından baktığınızda görülen görkemli Katedral, Galata kulesini görmek gibiydi.
Buradan Gutenberg Meydanına iniyoruz. 16 yy ait görkemli ve simetrik yapılarının ortasında buluyoruz kendimizi. Şehrin alış-veriş caddesi ve tramvay yolları ile keşisen bu meydan oldukça kalabalık. Meydanda bir atlı karınca vardı. Biraz alış-veriş yapalım derseniz Rue des Grandes Arcades üzerinden Kleber Meydanına doğru yürüyerek, mağazaları gezebilirsiniz. Bu cadde üzerinde No:33 te mimari açıdan farklı bir döneme ve tarza sahip olan binaya dikkatlice bakmayı ihmal etmeyin. 'Modern sanat' işleri olarak 19 yy başında inşa edilmeye başlanan cam ve metal ön cepheli binalar, dönemde 700 yakın inşa edilirken, günümüze 50 kadarı sağlam bir şekilde kalmış.
Kleber Meydanı
Şehrin kalbinin attığı, kutlamaların özellikle en büyük yeni yıl ağacının getirilerek, Avrupa'da ki en büyük yeni yıl pazarının kurulduğu ünlü meydana hoşgeldiniz:) Bizim Strasbourg'ta ki evimiz:) Meydanda görkemli pembe taşlardan askeri bina olarak inşa ediliş The Aubette binası meydan boyunca uzanıyor. Şimdilerde askeri izlerden sıyrılarak, mağaza ve Starbucks yer alsa da görkeminden birşey kaybetmemiş. Meydanın alt köşesinde Galeries Lafayette alış-veriş merkezinden geçerek, paralel caddeden rotamızı La Petit France'a doğru çeviriyoruz.
La Petit France
Trafiğe kapalı Grand Rue üzerinden yürümeye başlayınca, kitapçılar, fırınlar ve mağazalar dikkatimizi çekiyor. Grand Rue nun arka sokakları da gençlerin takıldığı cafelerle dolu. Bu sokakta bir fırın var ki, kapısında uzun kuyruklar oluşuyor. İçeriden yükselen sıcak tatlı kokuların etkisiyle vitrine yaklaşıyoruz ve koku bizi içeri davet ediyor. “L’atelier 116” fırınından yolda atıştırmak için birer ‘Beignet’ alarak yola devam ediyoruz. Odaya dönerken de tart ve cheesecake lerinden paketletip, Keleber meydanına karşı, çatı katındaki evimizde beş çayı keyfi yapıyoruz Petit France tabelasını görünce nehre doğru ilerliyoruz. Cıvıl cıvıl bir meydan (Benjamin Zix Place) bizi karşılıyor. Çiçeklerle dolu meydanda, tarihi evlerin arasında zaman durmuş gibi.. Masaları meydana kadar uzanan “La Corde a Linge” de kısa bir mola vererek, şehrin tarihe tanıklık eden kısmında zaman geçiriyoruz. Rue des Moulins üzerinden yay şeklinde dönen eski sokaklarda dolanarak, arka sokakları ziyaret ediyoruz. Köprünün arka kısmında çok sevimli restoranlar var. Pont Saint Martin köprüsü, La Petit Venice i gören en güzel manzaralardan birine sahip. 14 yy da Ill nehrinin kollarının yükseklik farkı yaratması sebebiyle bölgeye değirmenler kuruluyken, zamanla derilerin kurutulduğu bölge haline gelip zamanla Alsace bölgesinin şaraplarının transfer edildiği bir limana dönüşmüş. Köprünün ayağındaki sokağın başında şehrin en iyi gingerbread lerini yapan, gelinler gibi süslenmiş “Mirelle Oster Gingerbread” a uğramayı ihmal etmeyin.
Şehrin en can alıcı, heyecan verici noktalarından biri olan La Petit France, turistlerin ilgisinin yanında mimari güzelliği ve yapısıyla da fazlasıyla fotografik bir yer. Bir düğün çekimine denk gelerek, birbirimizin karelerine fazlasıyla dahil olduğumuzu düşünüyorum:) İncecik elbise ile poz veren gelin, Mart ayında dondu.. Her noktada durup, poz vermek isterken, kalabalığın akışından kaçıp, ara ve arka sokaklara sığındık:)
Pont Couverts köprüsü, La Petit Venice in bir elin beş parmağı gibi dallara ayrıldığı bölge. Şehrin yüz yıllara meydan okuyan yüzü de diyebiliriz. Şehrin savunma bölgesinin oluşturan bu parmaklardan dökülen sular, etrafı çevreleyen surlar ve gözetleme kuleleri ile şehri korumaktadır. Köprüdeki kemerlerin kapanması ile bölgeye su basması ile düşman gemilerinin zorlanarak, yenilmesi sağlanıyormuş. Şehrin savunma noktası, şimdilerde şehrin en güzel noktalarından birine dönüşmüş. Nehrin büyüsüne kendinizi bırakırken kollara ayrışan her bir parçacında nasıl bir bütün olduğunu, yıllara nasıl meydan okuduğuna hayran kalıyoruz.
Strasbourg Mutfağı – Nerede Ne Yenir?
Strasbourg hafızalarımızda unutulmaz tadlar bıraktı. Alsace mutfağı, özellikle et yemekleri ve hamur işleri ile birbirinden güzel lezzetler sunuyor. Her bir fırının yanından geçerken, ya elimizde yemeğe ya da paket yaptırarak sonra yiyelimdiye çantaya attığımız bütün tatlılardan pişman değiliz:) Akşam yemekleri Fransa'da büyük öneme sahip iken Alsace için şölen gibiydi. Keyifle masadan kalkmak ve yeni lezzetlerle tanışmak güzeldi. Akşam yemeği için önceden rezervasyon yaptırmayı unutmayın, şehrin ne kadar kalabalık olduğunu karnınız acıkıp, yer bulamayınca anlayacaksınız.
Beignet, Almanların Berliner’i ne benzeyen, pufidik içi marmelat dolu bir tatlı.
Tarte Flambee / Flammekueche, ekmek hamurundan yapılan, pizzaya sık sık benzetilen, ince hamur üzerinde Creme fraiche, incecik soğan ve domuz sosisi içeren tuzlu bir atıştırmalık. Bölgeye özgü Münster peynirli de alternatiflerini bulabilirsiniz.
Sauerkraut, ince ince kıyılmış, fermente edilmiş, beyaz lahana turşusu diyebiliriz.
Baeckeoffe, Alsace bölgesindeki kadınların çamaşır günlerinde pişirdikleri, fırında uzun süre pişen, şarapta bekletilen sebzeler ve etten oluşan, harika bir yemek. Alsace’ın ünlü toprak kaplarında, fırında uzun uzun pişirilen etler, yumuşacık ve çok lezzetli oluyor.
Choucroute, Alsace bölgesinin bir diğer ünlü et yemeği. Birçok yerde domuz etinde yapılırken, bazı restoranlarda balıkla yapılanını da bulabilirsiniz. Et, sebze, sauerkraut (lahana turşusu) ile servis edilmektedir.
Mauricette, üzerinde geniş çizikler bulunan bana gülümseyen ekmekler gibi görünen ufak sandviç ekmeği.
Bretzel, Almanların tuzlu simidi diyebileceğimiz, fırınlarda tuzlu aradığınızda içinizi bastırabilecek, heryerde bulabileceğiniz atıştırmalık.
Kougelhopf, mayalı hamurla yapılan, üzüm-badem içeren, kendine has toprak kek kalıbında pişirilen, yumuşacık bir kek. Vitrinlerde boy boy bulabilirsiniz.
Strasbourg Nerede Ne Yedik?
L’Epicerie
Şehirde öğrencilerin tercih ettiği, Strasbourg’un arka sokaklarında, müthiş lezzetler içeren bir yer. İç dekorasyonu, samimiyeti ile mekan sizi sarıp sarmalıyor. Tartine, yani ekmek üstü lezzetler sunuyorlar. Bir dilim ekmeğin üzerinde, sevdiğiniz lezzetler bir araya gelince, dayanılmaz oluyor. Alt tarafı bir dilim ekmek olarak bakmayın, bütün lezzet orada saklı.
Kurutulmuş et, keçi peyniri-bal-badem ile hazırlananlarını çok sevdik. Öğle arası buraya uğrayarak bir dilim Tartine yemeden dönmeyin.
L’atelier 116
Grand Rue üzerinde, uzun kuyruklar oluşturan, içeride binbir çeşit gizli lezzet saklayan bir fırın. Aslında Fransa’da kötü fırın bulmak biraz zor olsa da, Böğürtlenli Tart, cheesecake, beignet.. denemenizi tavsiye ederim.
La Cloche a Fromage
Rue des Tonneliers üzerinde yer alan, çeşit çeşit peynirlerden oluşan peynir barı ve sıcak servis edilen peynir çeşitleri ile aklınız başınızdan alacak bir yer. Tek kötü yanı var, mutlaka rezervasyon yaptırın. Peynire doyucaksınız.
Aux Armes de Strasbourg
Akşam yemeği için tercih ettiğimiz bu restoranda birbirinden lezzetli et yemekleri yedik. Porsiyonları oldukça büyük ve lezzetliydi. Gutenberg Meydanında, özenle süslenmiş bu restoran çok turistik görünse de yemekler harika. Ayrıca bu sokak boyunca farklı yerlerde keşfedebilirsiniz.