Bir Uzakdoğu seyahati.. (Seyahat Tarihi: 26-28 Temmuz 2016)
Uzakdoğu kültürünü yakından tanımak, fotoğraflarda gördüğümüz palmiyeler arasındaki beyaz kumsalları ziyaret etmek, biraz renkli balıkları seyretmek ve bol bol asya yemeği yemek amacıyla yola çıktık. Gezi güzergahımız; Kamboçya, Thailand adaları (Phuket, Phi Phi, Koh Samui ve Koh Tao) ve Bangkok’ta gezerek anavatana geri dönmek. Biletleri fiyatları sebebiyle Doha aktarmalı olarak Qatar Airways ten aldık. Bangkok-Kamboçya uçuşu Air Asia, Thailand içi de fiyat durumuna göre Bangkok Airways ve Air Asia’dan aldık. Qatar Airways ile yolculuk çok rahat, Doha-Bangkok arası 6 saatlik yolculuğu 2 katlı, uçtuğumuzu bile anlamadığımız kocaman bir uçakla yapıyoruz. Bangkok-Kamboçya uçuşu için Bangkok’ta başka bir havalimanından yapıcaz bunun için 3 nolu kapının önündeki otobüsleri kullanıyoruz. Bilet çıktılarınızı mutlaka yanınıza alın. Biletinizi gösterip,ücretsiz binebiliyorsunuz. Yaklaşık 1 saat sürüyor. Biraz daha ufak bir havalimanı. Bangkok’a iner inmez, havalimanı değiştirip, ülkeden bir daha çıkış yapıyoruz. Thailand Türkiye’den vize istemiyor ancak ülkeye giriş çıkışlarda göçmen belgesi dolduruyorsunuz. Bütün bilgileri eksiksiz doldurmanız önemli yoksa pasaportta yazamak zorunda kalıp vakit kaybedebilirsiniz. Girdiğimiz gün çıkış yapmamıza şaşıran polise aldırmadan yolumuza devam ediyoruz.
Kamboçya’dayız, biraz tedirgin ama fazlasıyla heyecanlıyız. Saatlerdir yoldayız ve saat 4 saat ileri gidince günlerce seyahat ediyor gibiyiz. 14:30 da Siem Reap’a iniyoruz. Otel rezervasyonumuzda havalimanı transferide dahildi. Bizi almaya geldiler, tuk tuk ile otele gidiyoruz. Hiç bilmediğimiz yollardan, nereye süreklendiğimizi bilmeden gidiyoruz. ‘Silk D’Angkor’ Otelinde konaklıyoruz. 2 gece kalıp, adalara dönücez. Otel şehir merkezindekinehrin devamında, merkeze yakın ancak yürüyerek uzun sürüyor, Tuk tuk ile 3 dolar. Otele gelince, çok güzel ağırlanıyoruz. Hoşgeldin içecekleri, lemon gras ile hazırlanmış soğuk içecekler. Dışarı oldukça sıcak, ama hava kapalı. Yağmurlar başlamış, Mayıs’tan beri yağıyormuş. Yağmurlu dönem Mayıs-Ekim arasıymış, akşam üzerleri 2-3 saat bardaktan boşanırcasına yağıyor. Otele girdiğimiz gibi döktürüyor. Bunu fırsat bilip, dinleniyoruz. Angkor bölgesini görmek için heyecanlıyız.
Daha önceden internet araştırmalarına dayanarak, Angkor tapınaklarını gezmek için rehber ayarladık. Verdiğimiz en doğru kararmış. 2 günlük vaktimiz var ve bütün önemli noktaları görmek istiyoruz. Rehber hayatımızı hem kolaylaştırdı hem de sadece tapınakları gezmek yerine tarihi ve insanları hakkında oldukça detaylı bilgi aldık. Seyahatimiz boyunca en lüks ağırlanmamızdı. Rehbersiz gezmemenizi tavsiye ederim, tapınaklar birbirine uzak ve büyük tapınakların içlerinde fazlasıyla yürüyorsunuz. Tur içeriği;
1. gün: Akşam üzeri gün batımını izlemek için tapınaklar bölgesine gidilecek
2. gün: Gün doğumu izlenecek ve en ünlü tapınaklar gezilecek
3. gün: Tonle Sap gölü ziyaret edilecek
Bayon Temple girişindeki rölyefler: Kaz,kamlumbağ,balık gibi fakklı hayvanlara ait çizimlere burda rastlıyorsunuz. |
Tur ücreti olarak 100 dolar ödedik. Ülkede herşeyi dolarla ödeyebiliyorsunuz. Size de genelde dolar olarak geri dönüş yapıyorlar, eğer miktar cent mertebesinde ise ozaman kendi paralarını kullanıyorlar. Tura dahil olan ulaşım otomobil ile yapılacak ve otelden alınıp-geri getirecekler. Tapınaklar bölgesine ve Tonle Sap gölüne giriş biletleri bize ait. 1. günlük bilet 20$, 2 günlük alırsanız 40$, Tonle Sap gölü ziyareti 20$. Tapınaklar bölgesi için 16:00’da alınan biletler ertesi gün içinde geçerli oluyor. Fotoğrafınızı çekip, hemen giriş kartınız basılıyor. Rehberin söylediği en önemli şey, gülümseyin. Birdaha buraya gelmek istiyorsanız, fotoğraflarda kocaman gülümseyin:) Dinlendikten sonra, otelden alınıyoruz ve Pre-Rup Tapınağına gidiyoruz. Tapınaklar bölgesi çok büyük, irili ufaklı bir sürü tapınak var. Hepsini gezmek isterseniz 3-4 gün kalmak gerekir. Bizim vaktimiz az, en önemlilerini gezeceğiz. Bu arada Kamboçya’da otomobil çok az, o yüzden araç ile seyahat etmek çok büyük birşey. Yağmur sezonu olduğu içinde bize büyük avantaj sağladı. Hemde Tuk tuk’a göre daha hızlı.
Tapınaktayken, yağmur atıştırmaya başladı, hava öyle sıcakki, yağmura aldırış etmiyorsunuz. Ayağımdaki babetler ıslanıyor, üstümdeki gömlek ama yarım saat içinde gömleğim hemen kuruyor. Tapınakta gezen ufak 1-2 grup var, yağmur taşları ıslatıp, renklerini değiştiriyor. Büyüleyici, gökyüzüne doğru yükselen bir tapınak. Zaten amaç olabildiğince yükselmek. Tapınak dik merdivenlerden ve ufak meditasyon odalarından oluşuyor. Benim için spor olan Yoga’nın burada farklı bir anlamı var. Tanrılarından bahsediyor bize, Brahma, Şiva ve Vişnu. En önemli tanrıları bütün tapınaklarda onlara ithafen yapılmış anıtlar var. Yoga yapıyor musunuz diyorum, ben pek yapmam ama annem sık sık yapar diyor. Meditasyon öncesi iyi geliyor. Orda uyanıyorum, farklı bir dine mensup birinden, aslında dinsel bir öğretiyi dinliyorum ve bunu hayatıma çok farklı birşekilde yerleştirmişim. Son zamanlarda, özellikle Yoga Kampı sonrası, felsefesi üzerine düşündüğüm yoga bambaşka biryere geliyor. Bütün taşlar yerine oturmaya başlıyor. Hava kapalı olduğu için gün batımını izleyemiyoruz. Olsun diyor, tur rehberimiz yarın sabah gün doğumu daha güzel olur, Shiva’ya akşama sizin için tavuk verip dua edicem, hava yağmurlu olmasın diyor:) Nasıl samimi ve iyi niyetli. Dönüşte bizi merkeze bırakıyorlar. Old Market ve Night Market’i gezmek istiyoruz. Karnımızda fazlasıyla aç. Bizdeki pasajlar gibi, kapalı bir alanda dükkanlar var. Her konuda pazarlık yaparak, birkaç dolara hediyelik ve hatıra birşeyler alablirsiniz. Tapınakları gezerken, uzun birşeyler giymeniz önemli, yanınızda yok ise hemen bir şalvar yada pantalon alın. Tril tril ipekten yapılmış, rengarenk ve filli altlar var. Sıcakta gezerken ne kadar iyi geldiğini kullandıkça anlayacaksınız. Kendime ve kardeşime birer tane alıyorum. Ama şuan gitsem, fazlasını alırım. Bangkok’ta bu fiyata ve kalitede bulamazsınız. Sonra Pub Street’e geçiyoruz. Hepsi birbirine yakın, şehrin kalabalığına karışıyoruz. Nerede yemek yesek bilmiyoruz. Kamboçya’da yaşayan eski halk Khmerler olarak anılıyor ve yemek kültürü de Khmer Kitchen olarak geçiyor. Aklımızda yöresel birşeyler yemek var, yağmur var gördüğümüz Khmer Kitchen tablelalı restoranta oturuyoruz. Aperatif olarak, fresh spring roll sipariş ediyoruz.
Angkor Wat – 9-14 yy arasında Khmer İmpatorluğunun yaşadığı bölge. Birbirinden etkleyici tapınakların yer aldığı 400 km2 lik bir alan. Unesco dünya mirası listesinde yer alan bu harika krallık 630 yıl hüküm sürmüş. 14 yy da Thailand tarafından gelen yoğun baskı ve kuraklık sebebiyle ülkenin merkezi Phom penh'e taşınır. 1858 yılında Fransız doğa bilimci Henry Mouhot tarafından keşfediliyor, 1992 yılında dünya mirası listesine giriyor. Günümüze kalan en önemli tapınaklar;
Angkor Wat – Bölgeye adını veren göğe yükselen lotus çiçeğini andıran 5 kuleden oluşan en büyük tapınak. Tapınak sular üzerine kurulmuş. Hemen yanından nehir geciyor ve köprü ile tapınağın içerisine giriyorsunuz. Tapınağın hemen önünde su ile tapınağın yansımasının çekildiği ufak su birikintisini görüceksiniz. Burada gün doğumu izlemek gibi bir gelenek var. Hava bulutlu olunca biz göremiyoruz ama erkenden tura başlamış oluyoruz. Tapınak oldukça büyük ve büyüleci. Kuzey-güney-dogu-batı hattında kare şeklinde konumlanan tapınağın, her yakasında farklı rölyefler işlenmiş. Farklı öyküler yer alıyor. 2 milyon sanatçı varmış şehirde. Duvarlar ince ince işlenmiş. İşçilik kat kat duvarlarda derinleşiyor. Havyan ve tanrı figürleri, savaşlar anlatılıyor. İnsanların duvarlara dokunmaları ile de bazı noktalarda taşlar parlamaya başlamış, koruma altına almışlar bazı bölgeleri. Labirent gibi içerisi, tapınağın içlerine doğru ilerledikçe orta kısmında yine krallar için tapılmış göğe yükselen ayrı bir bina var. Tapınağın inşatı bölge bölge yapılmış. Taşlar sular yardımıyla iç kısma taşınarak, içeriden dışarıya doğru inşa edilmiş. Tapınağın içerisini sularla doluyken hayal ediyorsunuz. Birbirine açılan koridorlar, bir anda bahçeye çıkan kapılar ve yemyeşil bir bahçe. Büyük bir huzur var bu koskoca heybetli tapınakta.
Angkor Wat duvarlarındaki rölyefler, yıllar içerisinde insanların dokunduğu yerler parlamaya başlamış. |
Bayon Temple – Gülen yüzler tapınağı olarak biliniyor. Dış duvarlarında yine hayvan figürleri yer alıyor ancak ilk defa burada balıkları görmeye başlıyorsunuz. İçeriye girince sizi bir sürü yüz karşılıyor. Kimisi gülüyor, kimisi gülmeye zorlanıyor. Bazılarının gözleri kapalı, meditasyondalar, bazıları normal duruyor. Dört yanı yüzlerle çevrili heykellerden oluşan 216 tane yüz bulunuyor. Tapınak hinduizmden budist tapınağına donüştürülmüş. İç içe geçen küçük meditasyon odaları, harika bir perspektif var.
Baphoun-Elephant Tertace-Liper King Terrace – Bayon Temple çevresinde yer alan filler terası uzun bir teras ve sonunda kralın durup halka seslendiği, gösterşleri izlediği terasa varıyorsunuz. Bütün terası fil figürleri taşıyor. Bir an kendinizi kral ve kraliçe olarak varsayıp, kocaman araziye bakıyorsunuz. Öyle büyüleyici ki, ayrılmak istemiyorsunuz.
Bu bölgeye girereken kapılarda, nehrin üstündeki köprülerde sağda ve solda iyi ve kötü adamlar var. Sürekli dünyanın dengesini korumaya çalışmışlar, ordan bir taş oynasa dünya alt üst olucak gibi hissediyorsunuz. Uyum ve huzur, mükemmel mimari ve ormanlarla birleşince hayal gücünüzü aşıyor.
Ta Prohm – Tom Raider filmi ile ünlenen 13. yüzyılda Kral VII. Jayavaman’ın annesi adına yaptırmıştır. Yüzyıllardır taşların arasında büyüyen ağaçlar, tapınağı ele geçirmiş durumda. Bu tapınak biraz ürkütücü. Çin devleti tarafından ciddi yatıramlarla restore edilmiş, bir kısmı hala yıkık olarak duruyor. Çok daha dar bir yapıya sahip olan tapınak, taşların renkleri ve banyan ağaçları ile büyüleyici.
Banteay Srei – Lady Temple olarak bilinen, pembe-kızıl kumtaşları ile inşa edilmiş, Tanrı Şiva'ya adanmış bir tapınak. Daha ufak kapılar ve iç içe kubbelerden oluşuyor. Duvarlardaki desenler ve firgürler çok daha derin ve ince ince işlenmiş. Hayranlıkla bakıyorsunuz.
Tonle Sap Gölü – Şehir merkezine yaklaşık 45 dk uzaklıkta olan Güney Doğu Asya'nın en büyük gölü. Halkın bir çoğu yüzen evlerde yaşıyor ve geçimini balıkçılık ve timsah yetiştirerek sağlıyorlar. Long tail teknelerde kişi başı 20$ a nehirde tur atabiliyorsunuz. Farklı bir yaşama tanık oluyorsunuz. Belki aylardır karaya ayak basmamış, şehirin ne olduğunu bilmeyen insanlar. Tapınakları, marketleri herşey suyun üzerinde. Buraya düzenlenen turlar bana biraz üzücü geldi, gölü ziyaret etmek yerine tapınaklarda vakit geçirmek daha uygun geliyor.
Tapınakları gezdikten sonra, Siem Reap nehri etrafına kurulmuş yeni şehir merkezinde, Fransız mimarisinin izleri görülüyor. Avrupaya aratmayacak cafeler mevcut. Vegan,glutensiz yemeklerin yanında, sebze suyu bile bulabilirsiniz. İnsan çok şaşırıyor ama kapitalizm. Yerel yiyecekler için de birsürü restorant bulabilirsiniz. Biz nerede neler yedik?
Khmer Kitchen Restorant – Yerel yemekleri bulabileceğiniz, Night Market yakınında güzel bir yer. Fresh Spring Roll, Lok Lab Beef, Lab Mixed Vegetable (içerisinde yer alan basil-fesleğen, farklı bir aromada ve benim damak tadıma uygun değildi), Sour and Chilli Sauce Chicken with pineapple, Fried Cashew Nuts with Beef (Eşimin favori yemeği) denedik. Yemekler lezzetli ve siparişleriniz pilav ile birlikte servis ediliyor.
Spring roll, prinç yufkası içerisine sarılı ince ince kesilmiş sebzeler ve fıstık ile dolu oldukça lezzetli bir dolma:). Bütün yemeklerin yanına haşlanmış pirinç geliyor. Ya da ellerinde tencere ile tabağınıza istediğiniz kadar koyuyorlar. Bazı yemeklerde tadını sevemediğim bir baharat vardı. Basil dedikleri, bizim fesleğen benzeri ama yapraklarının tadı tamamen farklı. Benim damak tadımdan uzak. Lok lak beef, kavrulmuş et. Daha tuzlu ve lezzetli.
Yemekler 4-5 dolar arasında değişiyor. İçecekler 3.5-5 dolar arasında.
Beatnik Bar – Harika kokteylleri var.
Smiling Food – Pasaj (Khmer Kitchen karşısında)içerisinde yer alan bu yerde çok sıcak kanlı insanlar çalışıyor. Ufacık bir restorant. Spring roll (burada başarılı değildi, tuhaf bir aroması vardı), fried cashew nuts with (beef,chicken), beef with khmer sauce. Yemekler lezzetliydi ve fiyatları çok uygun.
Ayrıca sokakta, seyyar kokteyl satan tezgahlar mevcut, çok uguna çok farklı kokteyller tadabilirsiniz. birçoğu tropik meyve içeriyor. 1.5$ a kokteyl alabiliyorsunuz.
Sister Srey Cafe – Kamboçya'nın içerisinde, Avrupa'dan bir köşe. Glutensiz, vegan yiyecekler bulabilirsiniz. Cafenin dekorasyonu ve yemek sunumu harika. Güzel vakit geçirebilirsiniz.
Merkezde bir yoga merkezi var, yoga yapmak isteyenler mutlaka uğramalı.. (www.ahimsa-academy.com)
Kamboçya'da çok kısa kaldık, insanlarındaki saygı, mutluluk ve ülkedeki hayat sizi çok etkiliyor. Kalbinizin derinliklerine işliyor. Biz bu ülkeyi ve şehri çok sevdik. Umarım birgün yine yolumuz düşer.
Haziran, 2018